Hz. Mevlânâ Mesnevî’sinde “Nûr saçmak için yanmak lazımdır.” der. Ümidin, insanı selamete eriştiren sırrını da imanî tevekküle bağlar. Sırlı sandıkların paslı kilitleri ancak akıl miftahıyla açılacağına göre; kullanmak lazım. Aklı tasarruf yetkisine uğradığımızda ilk durak zaten hep aynı; sorular… Çünkü sorular düşüncenin, tefekkür de cevapların velisidir. Tam burada, yanmak nedir ki insan yanışa teslim olsun, sorusuyla ihtişamlı bir hasbihal meclisine dalabiliriz.
Yanmak inkişaftır. Yanmak, ruhun açığa çıkmasıdır. Can yandıkça cesedin hayat sandığı ne varsa değerini kaybeder. Zira bir ceset için yeme-içme ve tüm hayvanî ihtiyaçlar son derece hayatîyken; yanık izleriyle cesedin hükümranlığı azalır ve varlığın özü, ruh, zuhur eder. Öyleyse yanmak, hayat sanılan aldanışlara bir set çekmekle birlikte, nadiren varlığı sezilen ruhun, cesedi mağlup etmesidir. Ruhlara galip gelen cesetler, hayatı yeme-içme ve tatmin seviyesinde itekleyip dururken; cesetleri alt eden ruhlar, yangınların işgalinde harlanır, çevreye nûr saçarlar. Şimdi kim iddia edebilir; dertsiz, tasasız ve -dünyevî bir akılla- kusursuz ömür parçalarının, tekdüze ve asgari müştereklere indirgenmiş gündelik telaşların, herkesçe makbul sayılan heveslerin, arzuların; dünyadan el etek çekmiş ve yangınlara dûçar olmuş bir çağdan daha kıymettar olduğunu? Kim ispat edebilir; yormayan, sızlatmayan ve kalbi defalarca bin parçaya bölmeyen bir sürur içinde ziyan olmadığımızı? Ve kim saadeti, cesetlerin hevesine vabeste bir değersizlikte izah edebilir? Mevzu, içinde yaşayıp gittiğimiz cesetlerin tutkusuysa ne kadar çoksak o kadar hiçiz. Mevzu, bizi dağ eteklerinden yamaçlara tırmanışa zorlayan ruhun tutkusuysa yoksak da varız.
Yine Mesnevî’den bir tarifle ümit madem imandır, tevekküldür ve ümit bir yokluk yolcusunun azığıdır. Ümit edebilmek için bir yokluğa düşmek gerekiyorsa; acı ve keder ümide, ümit imana, iman da ruha delalettir.
Bütün bu tümevarımlar, derman kadar derdin de Allah’ın (cc) merhametinin tezahürü olduğunu, nefsi değirmende dövercesine anlatıyor. İnsan dertle yanacak ki ziyadar bir tesirle kâinatta iz bıraksın. Yanacak, yandıkça nur saçacak ve yok hükmündeyken varlığa terfi edecek. O zaman ne diye bütün mecruh ruhları ziyanda farz ediyor da bütün kayıpsız, sefalı, yekpare ömürlerin sahiplerini küfürde bile saadetli sanıyoruz? Ah bu zannetmeler zemini yerkürede, ne kadar da devasa uçurum düşüşleriyiz! Ne kadar da akıl yoksunu dâhileriz! Ne kadar da yanılgılar medeniyetinin yenik sultanlarıyız! Her yarayı yara sanmakla, şu kısacık mühlete hayat demek gafletinin yorgunuyuz biz. Ölümü yokluk, neşeyi saltanat, geceyi bitiş ve acıyı ziyan zannettikçe; cesetlerin kol gezdiği bu âlemin içinde, ruhsuz bir gidişe teslimiz demektir.
İman der ki; şerde hayır gizlidir ve Yaradan sabredenlerle beraberdir. Tam şu anda dünyaya hükmettiği sanılan zalimlerin tumturaklı hayatlarını, fiyakalı sofralarını, ışıltılı çağlarını saadetle bir tutma sanrısından kurtulmalı; acılı, yaralı, mazlum bedenleri de kaybedişte görme cehaletinden firar etmeli. Birkaç kelam öncesinde beyan ettiğim gibi; cesetleri mağlup eden ruhların bedenî tutkuları ne raddede azsa; cesetle hissedilen acıları da ölçülecek değerde değildir. Onlar, ümit ve imanın kardeşliğinde, yanarken nûr saçmanın şetaretinde ve maddeden el çekmenin saltanatında; dünyanın geri kalanından daha saadetlidir. Ne var ki; acıların biteceği bir çağın ümidi kalplerinde bekleyişten mumlar gibi yanmakta; yandıkça çevreye yayılan imanî nurla sönmektedir. Acıyla ümit, imanlı kalplerde el eledir. Canı yananın Allah deyişindeki hikmet, Allah demeden ömür tüketenlerin canlarının kıymetsizliğini de kanıtlar. Elbette her nefis, acıların bitimindeki tebessümlü sokaklara varışın hayalinde takvim eskitir ama acılar boyunca ve ümitler adedince en büyük teselli, Rabbine yakınlıktır. Kâinatta Yaradan’a yakınlık gibi derman, Allah demeden ömür harcamak gibi ziyan bulunmaz.
Bütün bu kalem ucu fikredişler de aldatmamalı insanı. Çünkü Allah’ın müminlerin kalplerine mühürlediği gaye şudur ki; yaralıya merhem olmak, acılara üflemek ve düşene el uzatmak yegâne yolumuzdur. Ve elbette yanmak, en imanlı kalplerde bile bitişinin umuduyla vardır. Ama şu firesiz dönüp duran darıdünyada, Allah dedirten hiçbir acı, kaybediş değildir. Asr Suresinde de Rabbin buyurduğu gibi; “iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler” dışında kalan herkes, ziyandadır. Ne zalimin çala çırpa büyüttüğü gövdesini kârlı bir ticaret sanıp aldanmalı ne de yoksulun taş bağladığı karnına bakıp imanlı varlığını yitik görmeli. Zalimi durdurmaya can harcamalı, mazluma el olmaya ömür vermeli; ama hakikatte kaybedenin küffar olduğunu da zihnin dehlizlerine kadar zerk etmeli.